19 Ağustos 2014 Salı

Demokrasinin Uzmanlara Bırakılması – Slavoj Žižek

ISA’nın gizli ticaret müzakereleri küresel ekonomimizi sessizce yeniden yapılandırıyor.
Slavoj Žižek
inthesetimes.com
experts
Ekonomimizi ilgilendiren anahtar kararlar gizlilik altında, gözlerden uzak, hiçbir kamusal tartışma olmadan müzakere edilmektedir. Ve böyle kararlarla kurulan koordinatlar kapitalin engellenmemiş hükmü içindir.
19 Haziran’da, Julian Assange’ın Londra’daki Ekvador büyükelçiliğine hapsedilmesinin ikinci yıldönümünde, WikiLeaks Hizmette Ticaret Antlaşması (Trade in Services Agreement – TISA) Finansal Hizmetler Ek Maddesi’nin gizli taslak metnini kamusallaştırdı. Belge yalnızca TISA müzakereleri süresince değil, yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıl boyunca gizli kalmak üzere sınıflandırılmış.
TISA müzakereleri doğrudan doğruya sansürlenmemişse de medyamızda çok az konu edildi —TISA antlaşmasının dünya-tarihsel önemine tamamen karşıt bir marjinalleştirme ve gizlilikle. TISA dünya pazarının yeniden yapılandırılması için bir tür legal omurga hizmeti görecek, kimin seçimleri kazandığına ve mahkemelerin ne diyeceğine bakmaksızın gelecek hükümetleri bağlayacaktı. Kamu hizmetlerine kısıtlayıcı bir çerçeve dayatacak, hem yenilerin geliştirilmesini hem de mevcut olanların korunmasını daha da zorlaştıracaktı.
Politik-ekonomik önemi ile gizliliği arasındaki bu uyuşmazlık şaşırtıcı mıdır gerçekten? Daha ziyade batılı-liberal demokratik ülkelerdeki bizlerin demokrasi bakımından durduğumuz yerin, üzücü de olsa, isabetli bir belirtisi değil midir? Bir buçuk yüzyıl önce Das Kapital‘de Karl Marx işçi ve kapitalist arasındaki pazar mübadelesini “insanın kalıtsal hakları için tam bir Cennet” olarakkarakterize etmişti, “Orada hüküm süren yalnızca Özgürlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Bentham’dır.” Marx’ın ironik olarak eklediği Jeremy Bentham, egotist faydacılığın filozofu olarak, özgürlüğün ve eşitliğin kapitalist sistem altında ne anlama geldiklerinin anahtarı olur. Komünist Manifesto‘yu alıntılarsak: “Özgürlükle kastedilen —mevcut burjuva üretim koşulları altında— serbest ticaret, serbestçe satmak ve satın almaktır.” Eşitlikle kastedilense alıcı ve satıcının legal formel eşitliğidir, bunlardan biri her koşulda emeğini satmak zorunda bırakılıyorsa da, günümüzün güvencesiz işçileri gibi. Bugün özgürlük kapitalin özgür akışı demektir, finansal ve kişisel verilerin özgür akışı demektir (ve bu iki akış da TISA güvencesindedir). Peki ya demokrasi?
2008 finansal erimesinin esas suçluları bugün kendilerini finansal iyileşmenin sancılı yolunda bizlere rehberlik edebilecek uzmanlar olarak, tavsiyeleriyle parlamenter politikaya baskın çıkması gereken uzmanlar olarak dayatmaktalar. Ya da eski İtalya başbakanı ve AB teknokratı Mario Monti’nin deyişiyle: “Eğer hükümetler kendilerini parlamentolarının kararlarıyla tamamen sınırlandırır ve eylem özgürlüklerini korumazlarsa, derinleşen entegrasyondan daha muhtemel bir sonuç Avrupa’nın parçalanması olacaktır.”
Peki nedir o halde, demokratik olarak seçilmiş halk temsilcilerinin kararlarını kendi otoritesiyle askıya alan bu yüksek kuvvet? Ta 1998 yılında o zamanDeutsches Bundesbank‘ın yöneticisi olan Hans Tietmeyer, “küresel pazarların sürekli/kalıcı plebisiti”ni “sandığın plebisiti”nden üstün tutarak bu soruyu yanıtlamıştı. Bu müstehçen beyanın demokratik retoriğine dikkat ediniz: Küresel pazarlar parlamenter seçimlerden daha demokratiktir, çünkü oylama süreci onlarda dört yılda bir değil, sürekli/kalıcı olarak; ulus devlet sınırları içinde değil, küresel olarak devam eder. Altta yatan fikir şudur: Pazarların (ve uzmanların) bu yüksek denetiminden ayrıldıklarında, parlamenter-demokratik kararlar “sorumsuzca”dır.
İşte demokrasi bakımından durduğumuz yer budur. TISA antlaşmaları mükemmel bir örnektir. Ekonomimizi ilgilendiren anahtar kararlar gizlilik altında, gözlerden uzak, hiçbir kamusal tartışma olmadan müzakere edilmektedir. Ve böyle kararlarla kurulan koordinatlar kapitalin engellenmemiş hükmü içindir. Bu da demokratik olarak seçilmiş politik temsilcilerin karar verme alanlarını ciddi olarak sınırlar, politik sürecin ele alabildiği başlıca meseleler ise kapitalin kayıtsız kaldığı meseleler olur, kültür savaşlarının neticesi gibi.
Sonuç olarak TISA taslağının açığa çıkarılması WikiLeaks stratejisinde yeni bir aşamayı işaret ediyor. Şimdiye kadarki etkinliklerin odak noktası, yaşamlarımızın istihbarat ajansları tarafından nasıl gözetlenip regüle edildiğinin kamusallaştırılmasıydı —baskıcı devlet aygıtlarının tehdit ettiği bireylerin standart liberal endişeleri. Şimdiyse özgürlüğümüzü çok daha çarpık bir yolla —bizzat özgürlük duyumuzun sapkınlaştırılması yoluyla— tehdit eden, başka bir denetleyici kuvvet ortaya çıkıyor: kapital.
Özgür tercih toplumumuzun üstün tuttuğu bir değer olduğundan, toplumsal denetim ve tahakküm artık öznenin özgürlüğünü ihlal ediyor gibi görünemez. Özgür-olmama, o halde, kendi zıttının kılığına girmiştir: Evrensel sağlık hizmetinden mahrum bırakıldığımızda, bize sağlık hizmetimizi nereden alacağımızı tercih edebileceğimiz yeni bir özgürlük verildiği söylenir; uzun vadeli istihdama güvenemez olup her birkaç yılda bir yeni bir güvencesiz iş aramak zorunda bırakıldığımızda, bize kendimizi yeniden icat etme ve kişiliğimizde saklı kalmış yeni beklenmedik yaratıcı potansiyelleri keşfetme fırsatı verildiği söylenir; çocuklarımızın eğitimi için ödeme yapmamız gerektiğinde, bize böylece “benliğin girişimcileri” olduğumuz, kendimizin ve çocuklarımızın kişisel büyümesi ve memnuniyetine yatırım yapma özgürlüğü kazandığımız söylenir.
Dayatılmış “özgür tercihler”in sürekli bombardımanı altında, çoğunlukla doğru dürüst bir yetkinlik ya da bilgiye bile sahip olmadığımız kararlar vermeye zorlanarak, “tercih özgürlüğü”müz giderek bizi hakiki tercihin —pazar-özgürlüğünün ötesine geçerek üretim ve mübadele sürecinin kolektif örgütlenmesi ve regüle edilmesi özgürlüğüne ulaşma tercihinin (aslında, kararının)— özgürlüğünden mahrum eden bir yüke dönüşüyor. İnsanlığın bizzat kendi yaşam-kalımını tehdit eden antagonizmalar karşısında (ekoloji, biyogenetik, “fikri mülkiyet,” kamusal yaşamdan dışlananların oluşturduğu yeni sınıfın yükselişi) ancak bu yolla baş edebileceği giderek daha açıkça ortaya çıkıyor.
Belki bu paradoks Ukrayna’da süregiden —medyada TISA konusunda ağır basan sessizlikle açık karşıtlık içinde kapsamlı olarak ele alınan— olaylara olan takıntımıza yeni bir ışık tutabilir. Biz Batıdakileri büyüleyen şey, Kiev’deki insanların Avrupalı yaşam tarzının serabı için ayakta olmaları değildir, ayağa kalkıp —en azından görünüşte— kaderlerini kendi ellerine almaya çalışmış olmalarıdır. Radikal bir değişimi dayatan politik bir fail olabildiler —biz Batıdakilerinse, TISA müzakerelerinin tanıtladığı gibi, artık böyle bir tercihimiz bulunmuyor.
Slavoj Žižek, Sloven filozof ve psikanalist, Beşeriyet Gelişmiş Çalışma Enstitüsü’nde (Essen, Almanya) kıdemli araştırmacıdır. Ayrıca dünyanın 10’dan fazla üniversitesinde ziyaretçi profesör olmuştur. Žižek birçok başka kitabın yazarıdır: Ahir Zamanlarda Yaşarken, Önce Trajedi Sonra Komedi, Kırılgan Mutlak, Biri Totalitarizm mi Dedi? Londra’da yaşıyor.
Türkçesi: Işık Barış Fidaner

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder