12 Aralık 2014 Cuma

MARKA VE ALGI YÖNETİMİ ARASINDAKİ İLİŞKİYE DAİR

     

        Günlük yaşantımızda artık markalarla iç içe geçmiş bir hâlde bulunmaktayız. Özellikle bu asırda artık hayatımızın her alanında onlara denk gelebiliyoruz. Televizyonda program arası reklamlarda, bilboardlar, üniversitelerde ve diğer pek çok yerde bazen subliminal bazense açık bir şekilde etki altında kalıyor ve ihtiyacımız olmadığı hâlde bazen o ürünü satın almışken kendimizi buluyoruz. Peki bizleri bu tüketim çılgınlığına iten nedir? Ürünlere gerçekten ihtiyacımız var mı? Gerçekten bir üst modelini almaya sebep olacak kadar fonksiyona sahip mi? Tüm bunlar aslında bu markaların bizleri algı yöntemi denilen stratejiyle ikna etmesiyle başlıyor. Peki nedir bu karşımıza bu kadar çok çıkan kavram? Nasıl ikna oluyoruz? Haydi gelin bir bakalım.



Algılama yönteminin aşamalarıyla ilgili aslında şu aşamaları belirtebiliriz: 



·       Hedef Kitlenin Kültürü, Değerleri ve Tutumlarını Göz Önünde Bulundurmak:
·       Mesajın Yalın ve Anlaşılır Olması
·       Araştırma Yapmak
·       Doğruları Söylemek
·       Tekrar Etmek
·       Farklı Olmak
·       Görselliği Önplana Çıkarma
·       Duygulara ve Bilinçaltına Seslenmek

Bu aşamaları daha da somut hâle getirmek için örneklerle yola çıkmak istiyorum:

       ·     Hedef Kitlenin Kültürü, Değerleri ve Tutumlarını Göz Önünde Bulundurmak: Mesela hedef kitlenin kültür ve değerine binaen, her ramazan ayında ramazan sofraları kurulmuştur ve insanlar akşam ezanının okunmasıyla beraber içeceklerini içerler. Ülke nüfusunun hemen hemen tamamının İslam inancında olduğunu düşünürsek bu reklam türü etkili bir nüfuza sahiptir.

·      Mesajın Yalın ve Anlaşılır Olması: Yine bu reklamlarda verilmek istenen mesaj gayet nettir; 'sizinde iftar sofranızda bizim içeceğimiz bulunsun'. Çünkü hedef kitle belli bir kesim değil,tüm ülkedir.Bu yüzden ortalama bir standart doğrultusunda reklam stratejisi geliştirilmelidir.

·       Araştırma Yapmak: Özellikle kuruluşların ya da şirketlerin itibarının belirlenmesi için yaptıkları ölçüm ve araştırmalar, kurumların bu alanda yapacakları iletişim faaliyetlerinde stratejik bir yol haritası oluşturmaktadır.  Stratejik araştırmalarda neyin nasıl söyleneceğinin belirlenmesiyle kalmayıp, aynı zamanda iletişim çalışmaları için hangi kanalın kullanılması gerektiğinin de bilgisini sağlar. Bu bağlamda algılama yönetiminde bulunan ya da bulunmak isteyen kurum paydaşlarının ve faaliyette bulunduğu ülke ya da kültürün ortak bir algılama haritasını çıkarmalıdır. 

·       Doğruları Söylemek: Eğer işletmeler hedef kitleye yalan söylerse ya da yanlış bir algılamaya neden olursa onların gözünde 'yalancı' konumuna düşer ve bu şirketlerin imajını yerle yeksan edebilir.Bu konuda şirketler ise çareyi isim değiştirmekte bulsa da tekrardan eski seviyelere ulaşmaları pek mümkün olmamaktadır.

·       Tekrar Etmek: Kişinin uyarı ile karşılaşma sıklığı artarsa bu uyarıya vereceği tepki çabuklaşır ve artar. Reklam kampanyasının başarısında tüketiciyi ürünün faydasına ikna etmek büyük önem taşır.Bunun için pazarlamacılar tarafından sıklıkla geliştirilen strateji, basit ürün vaatlerini tekrar etmektir. Araştırmalarda bir reklamın tekrar edilmesinin reklamı yapılan markayla ilgili hafızayı pekiştirdiği saptanmıştır. Aynı reklamın pek çok kez gösterilmesinin, önce reklamı yapılan ürüne karşı pozitif bir tutumun takınılmasını, ardından da giderek bu pozitif tutumun etkisini kaybettiği görülmüştür. Araştırmalarda, tekrarla tetiklenen aşinalığın, ürünün temel vaadine olan inancı kuvvetlendirdiği gözlenmiştir. Fakat belli bir zaman sonra çok fazla tekrar edilmiş olan bir reklam mesajı, hedef kitlenin algı eşiğini aşamayacağı için, yeni öğeler içeren reklam mesajlarıyla hedef kitlenin mesaja ve ürüne dikkat etmesi sağlanmaya çalışılmalıdır.

·       Farklı Olmak: Bu örnekte ise yine bir içecek markası olan Coca-Cola'dan yola çıkmak istiyorum. En yakın rakibi Pepsi reklamlarında milyon dolarlık futbolcuları kullanırken Coca-Cola çok daha farklı bir stratejiyle penguenlerle reklam çekti ve pek çok kişiye sempatik gözüktü. Bu, geri dönüş anlamında çok daha pragmatist bir reklamcılık seçimiydi.

·       Görselliği Önplana Çıkarma: Görsel algıyı yönetmek, genel algıyı yönetmenin kritik başarı faktörlerinden biridir. İnsanın bir bilboard’a, gazetedeki bir ilana ya da habere sadece iki üç saniye ayırabildiği düşünülecek olursa, görsel algılamanın önemi daha iyi kavranabilir. Böyle kısa bir süre içerisinde hedef kitlenin dikkatini çekmek, verilmek istenen mesajı iletmek, algılamasını sağlamak ve bu sürecin sonunda hedef kitlede bir davranış değişikliği oluşturmak istenmektedir. Bunu yapabilmek oldukça zordur. İletişimcini amacı doğru yöntemler kullanarak, yaratıcı bakış açısıyla zor olanı başarmaktır.

·       Duygulara ve Bilinçaltına Seslenmek: Bu konuda pek çok platformda konuşulan bir '25'nci kare' durumu iyi bir örnek. İnsan beyni otomatikman bir bakışta 24 kareyi görebiliyor. Bundan daha fazlasını göz görmez fakat beyin algılayarak bilinçaltına atar. Mesela televizyonda bir film izlerken gördüğümüz 24 kare filmle ilgili karelerdir fakat 25. kare bir coca cola resmidir. biz hiç bir şeyden habersiz filmimizi izlerken aslında bilinçaltımıza coca-cola'nın reklamı gömülür ve içimizde tarif edemediğimiz bir coca-cola içme isteği oluşur. bu teknik kulağımız içinde geçerlidir. işitemeyeceğimiz frekanslarda yapılan yayınları kulağımız duymaz ama beynimiz algılar. bu şekilde aslında dinlediğimiz şeylerin içinde farkına varmadığımız telkinler olabilir.

Sonuca bağlayacak olursak algılama yönetimi kimilerine göre hedef kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda kandırmak ve onları kendi hedefleri doğrultusunda kullanacakları birer unsur haline getirmek amaçlı bir iletişim disiplini; kimilerine göre bir ürün, hizmet veya fikri satın alma konusunda birinci aşama olan ikna etme yolunda kullanılması gereken olmazsa olmaz tekniklerin bütünüdür. İletişimin kızıl elması iknadır. İknayı gerçekleştirmek içinde ikna edilmesi gerekli olan kişi ya da hedef kitlenin algısını bilmek önemlidir. Algıyı yönetmek aslında iletişimi de yönetmektir. İletişim, algılamayı yönetmek, davranış biçimleri oluşturmak ve iş hedeflerine ulaşmak için bir araçtır. Bu açıdan yapılan işin ismi ne olursa olsun, hedef kitlesi tarafından olumlu algılanmak isteyen, imajını ve itibarını güçlü tutmak isteyen bütün büyük şirketler hedef kitlesinin zihninde yer edecek, onların algılarını etkileyecek faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Çünkü insanlar gerçeklerden çok algılarına inanırlar.Bu konuyla ilgili en geçerli gözlerden birisi Amerikan siyasetçi Henry Kissinger'a ait“Bir şeyin gerçek olmasından daha önemli olan o şeyin gerçek olarak algılanmasını sağlamaktır.”


     Çinli general ve askerî teorisyen olan Sun Tzu'nun yaklaşık 2500 yıl önce ifade ettiği “Mükemmellik yüz savaşın yüzünü de kazanmak değildir. Asıl maharet düşmana hiç savaşmadan boyun eğdirmektir” felsefesi bir kez daha göstermektedir ki, insanlara markanızı sevdirmek, bilgi akışının doğru sağlanması, gücün kontrol altına alınması, ciddi planlamaların yapılması ve etkin pazarlama yöntemleri ile olunur..

KAYNAKÇA :


·       ASNA, Alaeddin; Public Relation ( Temel Bilgiler), Der Yayınları, İstanbul, 1993
·       BİNBAŞIOĞLU, Cavit ; BİNBAŞIOĞLU;Etkin, Endüstri Psikolojisi, MEB Yayınları, Ankara, 1992
·       GARİH, Üzeyir; Pazarlama Tanıtım Halkla İlişkiler, Hayat Yayınları, İstanbul, 2000
·       İNCEOĞLU, Metin; Tutum Algı iletişim, Elips Kitap, Ankara, 2004
·       KADIBEŞEGİL, Salim; Halkla İlişkilere Nereden Başlamalı, Mediacat Kitapları, Ankara, 2001
·       KOÇ, Erdoğan; Tüketici Davranışı Ve Pazarlama Stratejileri: Global ve Yerel Yaklaşım, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2007 
·        MUTLU, Erol; İletişim Sözlüğü, Bilim ve Sanat, Ankara, 2004
·       PELTEKOĞLU, Filiz, Balta; Halkla İlişkiler Nedir, Beta Yayınları, İstanbul, 2001
·       SAYDAM, Ali; İletişimin Akıl ve Gönül Penceresi Algılama Yönetimi, Rota Yayınları, İstanbul, 2005
·       TIĞLI, Mehmet; Bilinç Altı Reklamcılık, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,İstanbul, 2002, Sayı:15
·       ZALTMAN, Gerald; Tüketici Nasıl düşünür, MediaCat Yayınları, İstanbul, 2003
·        http://www.uludagsozluk.com/k/25-inci-kare/



10 Aralık 2014 Çarşamba

GİRİŞİMCİLER İÇİN ALTYAPI PROJESİ: TEKNOLOJİ VE TASARIM DERSİ

   

   
      Bu dersin bizlerdeki mazisi yaklaşık 5 yıl falan. Kendisinden önceki İş Eğitimi denilen dersin devamı diyebiliriz biraz da. Tabi o biraz daha geleneksel motif ağırlıklıydı, Teknoloji-Tasarım ise inovasyon ya da dilimize uyarlarsak uygulanabilir yenilik gibi kavramların önem kazanmasıyla bir değişim aracı olarak ortaya çıktı.

     Esasında çıkış noktası olarak gayet iyi niyetli bir adım. Özellikle 'yerli malı' noktasında bir dönem fazlasıyla seferberlik ilan edilmiş, sadece bugünü değil geleceğin de teknolojik Türkiye'sini yaratmak için bir yola baş koyulmuştu. Nitekim bu noktada çeşitli problemler ortaya çıktı.Şimdi gerek kendi ilköğretim yaşantımdaki teknoloji-tasarım dersinde gördüğüm problemlerden gerekse diğer bu dersi görmüş kişilerden edindiğim bilgilerle kendimce bulduğum yanlışları aktaracağım;

1) Öğretmenin Niteliği: Bu derse giren öğretmenler genelde Resim Öğretmenliği mezunu oluyor. Arada dolaylı bir bağlantı olduğu gerçek fakat bu insanlar bu bölümü kendi istedikleri meslek için okuyorlar. Kendi alanları dışında bir bölümün öğretmenliğini yapmaları hem kendilerinin hem öğrencilerin verimini düşürüyor.

2) Her Öğrencinin Eşit Görülmesi: Dersteki öğrencilere öğretmenin verdiği bir tek konu vardır ve tüm öğrenciler ona göre yönlendirilir ve muhtemelen bu konuda iş eğitiminden kalan el yeteneğine yönlendirme durumu vardır.Bu ödevin kendisine değil de ebeveynlerine verildiğini anlayan öğrenci de buradan elini eteğini çeker ve ödevi ailesine devreder.

3) Kaynak Yetersizliği: Bu derslerin yapıldığı sınıflara baktığımızda 40 kişilik sınıflarda,kara tahta üzerinde yapıldığını görebiliriz. Oysa ki bu, AR-GE konusunda atılan bir altyapı adımıdır ve oraya aktarılan kaynaktan kendisine yer edinmelidir.Çocuklar için cazip gelecek herhangi bir durum söz konusu olmadığında bu ders de tıpkı matematik,fen,sosyal gibi sıkıcı(!) bir hâl almaktadır.

4) Geliştirme Olanağı Sunamaması: Tüm olumsuzluklara rağmen herhangi bir öğrenci farklı bir fikir bulup projesini yaptı ve sundu diyelim. Sonrasında muhtemelen 100 alacak ve yerini oturacak. Ardından o proje rafa kalkacak. Çünkü oradaki esas amaç bir girişimde bulunmak değil yüksek not almak.

5)Öğrencilerden İmkansızın İstenmesi: Öğrencilerden yeni bir şey bulmaları istenirken esas hedef hiç olmayan bir şeyin bulunmasıdır. Bu da öğrencileri ütopik düşünmeye sevk etmektedir ki buradan da somut bir sonuç ortaya çıkmamakta, herkes salt fikirler aracılığıyla hayal aleminde gezmektedir.

6) Önem Sırasının Gerilerde Olması: Haftalık ders saatinin az olmasından dolayı öğrencilerin gözünde çok fazla öneme sahip olmayan bir ders bu da bu dersimize olan ilgiyi azaltmakta ya da gelen öğrencilerin 'bitse de gitsek' kafasında olmasına neden olmaktadır.



 
Peki, neler yapılabilir?

1) Bu derslere girecek kişiler başka fakültelerden mezun olmuş olsalar bile girişim alanında eğitim almalılar. Ayrıca öğrencilere proje anlatma,onları motive etme konularında efektif bir kişiliğe sahip olmalı.

2) Sınıfta herkesin aynı konuya yeteneğinin olduğu düşünülemez. Kimileri yazılım konusunda daha yatkınken bir başkası inşaat sektörüne meraklı olup farklı konseptlerde evler tasarlayabilir. Ya da yapmak istediği bir şeyin çözümü hakkında pratik bir çözüm sunabilir.

3) Sonuçta bu dersleri gören çocuklar 12-13 yaşlarında. Yani bir yandan da kendilerine yol gösterecek fikirlere,düşüncelere ihtiyaçları var. Bu yüzden okula çeşitli yazılımcıların,mimarların,yönetici ya da yatırımcıların gelmesi ve çeşitli konularda konuşma yapması onların ufkunu açarken diğer taraftan iştahlarını da kabartacak ve daha istekli bir kimliğe bürüneceklerdir.

4) Bir konuda düşündüğü projeyi hayata geçirenlerin dersten muaf olması(yüksek bir puan ortalamasıyla) gibi taktikler çocuğun o alana ilgi duymasına neden olabilir. İlk başta biraz zoraki gelebilir fakat bu dünyayı tanıdıktan sonra muhtemelen iş biraz not çıkarının ötesine geçecektir.

5) Dünyadaki hemen hemen tüm girişimler illaki bir yerlerden esinlenilmiştir.Mesela Facebook'un Friendship ve MySpace'den esinlenmesi, Apple'ın isim konusunda Proview'den alıntı yapması(!) gibi. Yani hiçkimse olmayan bir şeyi baştan yapmıyor. Özellikle 2014 dünyasında artık milyonlarca proje fikri var ve bunların hiçbirisi birbirinden bağımsız değil. Önemli olan aradaki eksik detayları fark edip onları tamamlayarak arz etmek.Bu yüzden bu alanda çocuklara proje örnekleri gösterip eksikleri,yanlışları analiz edebilme konusunda fikir edindirilebilmeli.

6) Çeşitli etkinlikler yapılarak ders daha sevecen bir hâle getirilebilir. Mesela bir hafta microsoft'tan konuşup onunla ilgili bilgiler vermek,  çocuklarla beraber ona benzer uygulama geliştirme konusunda fikir jimnastiği yapmak pek çok kişi için eğlenceli gelecektir,çünkü bu insanlara özgüven sağlamak için iyi bir seçenek.

     Tüm bunların özeti; bu ders içi doldurulur ve gerekli düzenlemeler yapılırsa geleceğin Türkiyesi noktasında iyi bir giriş noktası olabilir.Yok eğer aynı tas aynı hamam gidersek olan hem Milli Eğitim Bakanlığının buraya aktardığı paraya hem de girişimci ruhunu bir türlü edinemeyen Türk gençlerine olacak..


30 Kasım 2014 Pazar

TOPLUMLARIN DÖNÜŞÜMÜNÜN SON ÖRNEĞİ: MOBİL PAZARLAMA

     İşletmeye Giriş dersinde Sir Tamer Koçel Pazarlama konusuna kısa bir giriş yapınca hayli ilgimi çekti. Verdiği ödevden yola çıkarak ülkemizde ve dünyada pazarlama konusuna dair araştırma yapmak istedim ve soluğu çeşitli makale sitelerinde ve bu konuyla ilgili izleyebileceğim konferans videolarında bulup notlarımı almaya başladım.

     İlk başta dikkatimi çeken, her kulvarda kendisini gösteren internet artık bu sektörde de kendisine pastanın en önemli dilimini ayırmıştı. Hatta bu artık mobil pazarlamaya doğru ilerlemekte. Telefonların artık vücudumuzun bir parçası olduğunu düşünürsek bu değişime ayak uydurmamız pek uzun sürmedi ve artık pek çok şirket için vazgeçilmez konumda.


Peki, şirketleri bu mobil pazarlama alanına yönlendiren etmenler nelerdir? Kısaca onları sıralamak gerekirse:

1) Ölçümlemesi kolaydır: Mobil pazarlama kampanyasında net olarak kampanyanın hedef kitlesi sayıca belirlenebilmekte, ulaşmak istenen kişilerin geri dönüş oranları doğrudan doğruya tespit edilebilmektedir.

2) Geri Dönüş oranının yüksek olması: Belirlenen hedef kitleye gönderilen mesajların, ilgisi olmayan kitleyle kıyasla çok daha yüzdeli bir şekilde geri dönüş alması.

3)Fonksiyonellik ve Özellikler: Hedef kitlesi olan genç kesimin bu uygulamaları çabuk benimsemesi,eğlenceli bulması ile basit ve kullanışlı aplikasyonların geliştirilmesinin yanı sıra eğlence,iş,alışveriş sektörleriyle de entegre edilmesi mobil alanı hayli albenili kılıyor.

4)Bölme ve hedef müşteriye ulaşma kolaylığı: Bir kampanyayı tanıtmak için müşterinin izinli datalarını kullanmak için operatörlerinden müşterinin ağırlık verdiği konunun belirlenmesiyle birlikte ona yönelik daha cazip gelen avantajlar uygulanabilir.

5)Maliyetinin düşük olmasıMesela bu konuda Coca-Cola ve Pepsi'yi örnek gösterebiliriz. Bundan 1-2 sene öncesine kadar.promosyon olarak kapaklar karşılığında tabak,penguen,kavanoz vs. verirken artık bu günümüzde konuşma hakkı, internet pakedi gibi değişiklikler göstermekte. Bunun şirketlere en önemlisi getirisi ise işin lojistik yükünü hafifletmek ve bu sırada GSM operatörüyle etkileşim içinde olup oradan da kâr marjinalini artırmak.

6)Kitlesel değil bireysel olması: Müşterinin sevdiği şeyler,yaşadığı coğrafya,satın alım gücü ve seçenekleri göz önünde bulundurulur ve ona yönelik kişisel pazarlama stratejisi geliştirilerek nokta atışın yapılması sağlanır.

7)Karşılıklı etkileşim sağlanması: Günümüzde müşterinin gözünde bağımlılık yaratan markalara bakarsak bunlar, müşterisiyle pek çok konuda istişarede bulunan ve mobil hayatta interaktif bir alan oluşturarak onların fikirlerine değer verdiğini göstermekte ve bu şekilde yeni çıkan ürünlerini en kısa sürede büyük bir network'e tanıtabilmektedir.


     Sonuç olarak mobil pazarlama, günümüz teknolojik olanaklarıyla beraber çok etkin bir pazarlama seçeneği haline gelmiştir.
Kişilerin hareketliliği ve  cihazların taşınabilirliği, bilgi toplumunun artmasıyla beraber önemli bir hale gelmiştir.Geçmiş uygulamaların mobil ortamda sentezlenmesi ve yeni uygulamaların ortaya çıkarılması ile birlikte günümüzün en etkili pazarlama türü olduğunu söyleyebiliriz.




12 Kasım 2014 Çarşamba

Ülkemizde AR-GE ve İnovasyon Konusundaki Eksiklikler ve Ona Yönelik Çözüm Önerileri

     Son yıllarda tüm dünyada bu iki kavram kendine büyük bir yer edindi: AR-GE ve İnovasyon.Özellikle bilişim ve yazılım sektörlerinin hayatımızda bu kadar çok yer edinmesiyle beraber yeni ekonomik faaliyetlerde önem kazanmaya başladı.Dünyadaki yerinin hatırı sayılır olduğunu söylemiştik,bizde ise yeni yeni önem kazanmaya başladı.Şu anda ülke giderlerinin %1’ini oluşturuyor.(6.5 milyar $) ‘’2023 hedefleri’’ olarak belirlenen listede 2023 yılında bunun 30 milyar $ ile %3 olması bekleniyor.


     Tahmin edileceği gibi bu sektörün kilit noktası girişimcilik.Bizde bu kulvarın ilerlemeye geç kalmasının sebeplerini ele alacağız.Ama ben öncelikle bu alana yönelmiş insanların karşılaşacağı dört zorluğu sıralamak istiyorum.Aslında ilk üç aşamada zorluk var daha ziyade.Eleği geçip süzülürseniz son aşamada sizi zafer bekliyor.

A )  Yoksay Kapısı: Bu aşamada girişimciliğe başlamış herkesle aynı konumdasınız. Kafanızda bir fikir,proje vardır ve bunları çevrenizdekilere sunmak; onlardan olumlu ve olumsuz eleştiriler almak istersiniz fakat maalesef çevrenizdekilerin vereceği tepki bu aşamada ‘yok saymak’ olur.

B )  Alay et kapısı: İlk aşamada kendinize muhatap buldunuz ve projenizi anlattınız.Farklı bir perspektife sahipsiniz ve bunun getirisiyle alışılmadık bir şey sunmanıza rağmen sizinle ve eserinizle alay edilir.Ciddiye alınmaz.Bu mantığa göre gerekli olan her şey bulunmuş,keşfedilmiştir.Bundan sonraki tasarımlar gereksizdir.

C )  Sizinle savaşılması: Eğer pes etmeyip projenizi anlatmaya devam edip,onları ikna ederseniz bu sefer ‘kabullenememe’ evresi devreye girer.Çünkü siz inovasyon maratonunda koşarak eski köye yeni adet getirmişsinizdir ve bu eski köyün ağaları ve sakinleri tarafından pek hoş karşılanmaz

D )  Benimsenme kapısı: Onlara bunun pek kötü bir şey olmadığını,aslında hepimiz için yapılan bir girişim olduğunu anlatmayı başardınız ve ikna ettiniz.Artık tamamdır! İlk 3 zorlu kapıdan geçtiniz ve başarının kapısının anahtarı elinizde demektir.
     
     
     Bunlar girişimci olmak isteyen nadide insanların karşılaşacağı zorluklar.Peki, şimdiki sorumuz: Neden bu alana nadide insanlar yöneliyor? Maddi ve manevi bu kadar albenili değil mi gerçekten? Benim bu noktada 8 tespitim var,onları paylaşmak istiyorum.

      1)      Düello yok pusu var: Aslında bu kavramı dahili girişimciler için kullanıyordum ama artık bireysel girişimciler için de geçerli. Yani bir girişimciyle diğeri arasında ‘’ben daha faydalı şeyler bulacağım’’ düşüncesi değil de ‘’onunkini nasıl batırsam’’ fikri var. Bu da zaten daha en baştan işi baltalıyor.
      2)      Akıl yerine kurnazlık: Toplumumuzda aslında yaratıcı insan problemi yok.Buna kurnazlık yaparken söylenilen yalanlardan,kurulan cümlelerden anlayabiliriz.Ülkede çıkarı için kurnazlığa giden değil de aklını yararlı şeylere yatıran insan eksiği var.
      3)      Sabır yerine telaş: Mesela dahili girişimcileri ele alalım.Çalıştıkları firmalarda patronlar onlardan sürekli bir şeyler bekler.Daima aktif olmaları gerekir.(Aktiften kastım bir şeyler üretmeleri) Belli bir süre sonunda elle tutulur(!) bir şey yoksa yollar ayrılır.Patronunun gözüne girmek isteyen girişimci bu yüzden ya (ç)alıntı ya taklit ya da niteliksiz projelere yönelir.Amerikalıların bu noktada bağımsız ve özgür çalışılabilmesi için kurdukları NYIT(New York Instute of Technology) muazzam bir örnek.
     4)      Merak yerine Biat: Yine firmalara bağımlı olarak çalışan girişimcilerin karşılaştığı problemlerden biri. Asıl amaç bir süre sonra patron ya da yönetim kurulunun hoşuna gidecek ya da ‘gerekli gördüğü’ şeyleri tasarlamak oluyor.Bu sefer ilginç bulduğu,merak ettiği şeyleri değil de istenilen şeylere yoğunlaşıyor bu da biat geleneğinin girişimciliğe darbesi denebilir.
     5)      Herkes her şeyi biliyor: Aslında buna karşılaşılan engellerde de değinmiştik.Ülkede bilgi açığı yok,her şey tamam gibi.Fakat tabii ki gerçek böyle değil. Her geçen gün yenilenen teknoloji ve ekonomi gösteriyor ki ‘’değişmeyen tek şey değişimdir’’
     6)      Özgün yerine taklit: Düşünme anlamında biraz tembel bir toplum olduğumuz özeleştirisini yapmak gerekir.Bu yüzden yeni bir şey üretmektense hazıra konmak daha kolayımıza geliyor.Bu da tabi sadece kendimizi kandırmamıza neden oluyor.
     7)      Ödül yerine ceza: Aslında bu son yıllarda biraz biraz aşılmaya başlandı.Fakat hâlâ geçerliliğini koruyor.Yani bir şey bulmak istediğinizde size verilen tepki ‘’öyle mi,gel bakalım neymiş’’ değil de ‘’hadi ordan sende’’ oluyor.
       8)      Farkındalık : Bu da yine çeşitli konferans,eğitim ve etkinliklerle aşılmaya çalışılan bir kavram.Artık devlet dairelerinde de özel sektörde de kontenjanlar fazlasıyla dolmuş durumda,bu da insanları yeni şeylere yönlendiriyor tabi.Bu da insanların inovasyon,ar-ge gibi kavramların fark etmesine olanak sağlıyor.

     Gözlemlediğim kadarıyla ülkemizde AR-GE ve inovasyona bakış açımıza değinmeye çalıştım.Ülkemizde bu konuda yeni yeni çalışmaların başladığını söylemiştik.İlk aklıma geln ise Zorlu’nun Venüs adlı yerli telefonu çıkarması.(RAM yabancı olsa da geri kalanıyla yerli malı).Geçen yıl 90 milyon telefon için 2.7 milyar dolar verdiğimizi düşünürsek sektörün büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor.

     Bu arada kendimizden bahsettik,biraz da karşılaştırma yapalım.1960 yılında bizde askeri darbe olan bir başka ülke daha darbe olmuştu:Güney Kore. O dönemde dünyanın sefalet içindeki ülkelerinden biriyken şu anda Kişi Başı Milli Geliri 20 bin dolar seviyesinde.En çok tanınan telefon markalarından Samsung’u bünyesinde bulunan ülke.Bunun pek çok sebebi var tabi,ilki; devletin yabancı firmalara uyguladığı kota uygulaması. Sonrasında ülkenin seferber olup bu konuyla ilgili kafa yorması ve daha nice sebepler.

     Aslında bizlerde ‘inovasyon’ kavramı süreklilik ifade etmese de pek de yabancı değil.Hatta bizdeki tarihinin Cumhuriyet’in ilk yıllarına dayandığını bile söyleyebiliriz. –Mekanları cennet olsun- Vecihi Hürkuş,Nuri Demirağ ve Selahattin Bey’in yaptıkları 8 teyyare bunun en iyi örnekleri.Cemal Gürsel zamanında yapılan devrim arabaları da gayet iyi bir örnek.Bu araçlardan birine Cemal Gürsel’in binip kısa bir gezi yaptığını bile düşünürsek kat edilen aşama daha iyi anlaşılabilir.

     Bunların hülasası bizde o potansiyel var fakat önümüzde sorunlar ve o sorunlara getirilmesi gereken çözümler var.İçtimai konulara değinmiştik,işin bir de finansal boyutu var.O da enflasyonist ekonomi.Yani en açık ifadeyle her hafta ürünün fiyat değişimi.Bu konuda kendimce yaptığım çözüm önerileri ise maddeler halinde sıralarsak şöyle:

1)Merak

2)İhtiyaç Envanteri

3)Farklılıkları Keşfetmek

4)Uzmanlık Değil Tutku

5)Hatayı Hak Olarak Tanımlama

6)Sabır

7)Başarısızlığı Yönet ve Bütçele

8)Fikri Suçlama ve Yargılama

9)Ödüle Ortak Et

      Tüm bunları hallettiğimizde bizlerde küresel yatırımcılar,girişimciler çıkarabiliriz.Yeter ki inovasyona ve AR-GE’ye gönül verenlerimiz bu yolda devam etsinler yoksa keşfedilecek çok şey var.Mesela IBM yazılımı keşfettiğinde ofis programlarını da ondan bekliyorlardı fakat sonra Microsoft diye bir şey çıkıverdi.Ardından Google denen şirket arama motorunu buldu ve çok büyük bir ihtiyacı ortadan kaldırdı. Google Plus hamlesiyle herkes sosyal medya atılımını ondan bekliyordu fakat bu sefer devreye Facebook,Twitter gibi uygulamalar girdi.Yani sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılamak için eldeki veriler fazlasıyla yeterli; yeter ki içimizdeki girişim ruhu eksik olmasın..

Kaynakça:
http://en.wikipedia.org/wiki/New_York_Institute_of_Technology

26 Ekim 2014 Pazar

IPFYE ENERJİ KONGRESİ'NİN ARDINDAN

24-25 Ekim tarihlerinde Uluslararası Genç Girişimciler Platformu tarafından Bilgi Üniversitesi Santral İstanbul yerleşkesinde 'IPFYE Enerji Kongresi' düzenlendi. Pek çok iş adamı, genel müdür, yönetici ve akademisyeni ağırlayan etkinlik bu 2 günlük süre zarfında katılımcılara keyifli ve verimli bir dönüşüm sağladı.

    Cuma günü sabah 9:30'da Platform başkanı,Hukuk Fakültesi Dekanı ve Mütevelli Heyeti Başkanı'nın konuşmalarının ardından söz Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç'taydı.Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi'nden bahseden Arınç, bu proje sayesinde Avrupa'nın ilk kez Azeri gazı kullanacağını söylerken Hazar bölgesinin de talepleri karşılama konusunda yeni bir alan olacağını aktardı.Bunun yanı sıra en çok ithalat yaptığımız petrol ve doğalgaz konularına da değinen Arınç, TEPAV'ın bu konudaki çalışmalarına değindi. 


    Arınç'ın ardından kürsüye çıkan BP Türkiye Genel Müdürü Bull Fackrell ise Ortadoğu pazarıyla ilgili hedeflerini, gerçekleşmiş-gerçekleşmemiş beklentilerini ve üzerinde en çok durdukları SCP(South Caucasus Pipeline) projesini anlattı.


Ardından Teyo Yatırım,Borusan ENBW Enerji Genel Müdür Yrd. ve Humartaş Enerji Yrd. Türkiye'de Enerji Piyasasını masaya yatırdılar.Yaptıkları sunumlarla ülkemizde bu sektörün ilerlemesi için neler yapmasını gerektiğini belirtirlerken şirketlerinin de misyonlarını anlattılar.


Sonrasında süre planlamasının aşılmasından dolayı etkinlikler arasında yer değiştirme yaşandı ve ''Türkiye'de Yenilenebilir Enerji Yatırımları ve Gelişimi'' konulu panelle devam edildi.Ortadoğu Enerji'den Ata Ceylan,Siemens'ten Bilgehan Yaşacan ve Aksan Hukuk'tan Güray Erol hazırladıkları slaytlarla bu konuda bilgilendirmelerde bulundular. Fosil yakıtlarının gittikçe azaldığını varsayarsak bu enerji türünün önemi herkesin malumu.Bu konuda neler yapılabileceği, türbinlerin maliyetinin ve özel sektörün bu konuda neler yapılabileceği detaylarıyla ele alındı.

Öğle arasının ardından ikinci oturumda söz Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı İlker Sert'teydi. Bakanlığın yenilenebilir enerji noktasındaki çalışmalarına değinirken nükleer santral noktasındaki çalışmalarına değindi.Bu konudaki eleştirilere pek değinmemeye çalışmakla beraber bu projenin olumlu taraflarını belirtmekle yetindi.


Ardından Shila Ismail, Juha Pettari Peralampi ve Dr. Bader Obaidat ise ''Üye Ülkelerde Girişimcilik Faktörü,Bu yönde açılımlar ve inovasyon'' konulu panel düzenlediler.Özellikle ülkemizin inovasyon konusundaki geri kaldığını kabul edersek; bu konuda kendimize öz eleştiri yapıp gerekli şeyleri yapma açısından fayda sağladı.


İlk günün son paneli ise ''Üye ülkelerde Yenilenebilir Enerji yatırımları ve gelişimi'' konuluydu. Fosil yakıtların tüketilmesinden dolayı doğal kaynakların kullanımına dikkat çeken Rozi Saarey bu konuda doğal kaynakların kullanılmasının nasıl artırılabileceği konusunda önemli noktalara değindi. Sonrasında söz alan Yasmeen Hassan ise yenilenebilir enerjinin gelecekteki yerinin ne olabileceği noktasında görüşlerini belirtti. Dr.Ayman Maqableh kendi ülkesinde(Ürdün) bu konuda neler yapıldığını anlattıktan sonra Michalis Mathioulakis ise gelecekte enerji sektöründeki pastadan en büyük pay sahiplerinden biri olacak olan Kaya Gazını anlattı.



II.GÜN

Sabah oturumu 10'da Petrol İşleri Genel Müdürü Selami İncedalcı, Cumhuriyetten günümüze petrol hukukunu anlattı. Bu konudaki yasalara,yapılanlara ve yapılması gerekenlere değindi.


Aranın ardından ikinci oturumda Hukuk ve Enerji Sektörü Bağlantısı konulu panel düzenlendi. Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü Başkanı Av.Süleyman Boşça, Akfel Holding Hukuk Departmanı Direktörü Av. Mehmet Yılmazer ve Eski EPDK Uzmanı Av. Suat Kayıkçı bu konudaki düşüncelerini aktarırken bu sektörün ihtiyaç duyduğu yasalara değindiler.Bunun yanı sıra Türkiye ve dünyadaki diğer ülkelerde bu iki alanın ilişkisi karşılaştırılarak konunun daha iyi kavranması sağlandı.


Üçüncü oturumda Yrd.Doç.Dr. Nazmiye Pınar Artıran'ın moderatörlüğünde ve Aksan Hukuk Bürosu Av.Mehmet Taş ve EVG Attomey Partnership'den Av.Hasan Okur partner unvanlarıyla katılarak Enerji Hukuku ve Enerji Hukukunun Geleceğini kendi düşünceleri ve çeşitli veriler eşliğinde anlattılar. Özellikle gelişen bir sektör olması vesilesiyle hukuk kuralları açısından bazı alt dallarında eksiklikler olduğu dile getirilirken bu konuda söz konusu olan çalışmalar dile getirildi.




Kongrenin son konuşması ise DEİK Türk-Malezya,Singapur ve Türk-Tayvan İş Konseyleri Başkan Yardımcısı Tarkan Deniz tarafından yapıldı. ''Türkiye'de Enerji Sektöründe Uluslararası Yatırımlar ve Fırsatlar'' konusunu anlatan Deniz, bu konuda uluslararası yatırımcıları ülkemize çekmek için neler yapmamız ve yapmamamız gerektiğini belirtirken klasik stratejilerin dışındaki çeşitli stratejilere de değindi ve öğrencilerin girişimcilik projelerini de anlatması ve fuaye alanı etkinlikleriyle kongre sona erdi.




 
İki gün boyunca pek çok iş adamı,yatırımcı,yöneticiyi ağırlayan kongre böylece sona erdi.Aralarda yapılan ikramlar, ses-program akışı düzeni ve etkinlikte görevlilerin profesyonellikleri cidden takdire şayandı.Bundan sonraki projelerinde başarılar..

Fotoğraflar: twitter.com/ipfyofficial

21 Eylül 2014 Pazar

SAHİBİNDEN ÜCRETSİZ SATILIK FUTBOL TAKIMI: HULL

Hull, İngiltere’nin çoğunluğu gençlerden oluşan 250 bin nüfuslu, -hep bu tip yazılarda kullanıldığı dille söylüyorum- “şirin” bir yerleşim merkezi


Tarihi, kültürü, coğrafyası vs. ile ilgilenmiyoruz. Meraklısı için internet üzerinde geniş bir bilgi denizi zaten mevcut. Bizi ilgilendiren tarafı bu küçücük şehrin İngiltere Premier Ligi’ndeki konumu... Büyük ölçekli şehir takımları ile karşılaştırıldığında bizim Akhisar Belediyespor’a karşılık geliyor desek aslında tam yakalamış oluruz.
Hull City geçtiğimiz yıl tarihinin en büyük başarılarından birini gerçekleştirerek Wembley’e gitti ve FA Cup finali oynadı. Arsenal’e 3-2 kaybetmelerine rağmen şehir mutluydu. O gün Londra’ya şehirde yaşayan her 4 kişiden birisi tarihe tanıklık etmek için gitmişti… Onlar için kaybetseler de harika bir hafta sonu olmuştu. O maç Hull sokaklarında hâlâ konuşuluyor mu bilmiyoruz ama bugünlerde takımın sahipliği konusunda ilginç şeyler oluyor.
Hull City’yi 2010 yılında Mısırlı işadamı Assem Allam satın aldı. Kulüp büyük borç yükü altındaydı ve Allam’ın katkısıyla işler yoluna girdi, takım yükselmeye başladı. Ne var ki şehrin ekonomik gücü Hull City’i Premier Lig’de kalıcı yapmaya yetmeyecekti.
Allam takımın ismini “Hull Tigers” olarak değiştirip Asya’da ticari ürünler pazarlanabilir bir markaya dönüştürme kararı aldı. Bu şekilde ekonomik ve tanınmışlık olarak önemli bir adım atılacaktı.
Taraftar ise bu duruma katlanamazdı. Geçmiş yıllarda karanlık günler geçirip alt liglerden kurtulamasalar da takımlarının ismi onlar için kutsaldı ve Allam’a karşı direnişe geçtiler.
“Ölene dek City” adı verilen kampanya sosyal medyada büyük etki yarattı. Maçlarda açtıkları pankartlarla seslerini tüm dünyaya duyurmaya çalıştılar.
Protestolar Allam’ı çileden çıkardı. Kampanyaya adını veren “Ölene dek City” sloganına “İstedikleri zaman ölebilirler, iyi futbol istemiyorlarsa takımı bırakabilirler!” karşılığı ile cevap verdi.
Taraftar anında tepkisini gösterdi.
“Biz Hull City’yiz ne zaman istersek o zaman ölürüz.”

KAZANAN GERÇEKTEN
KAZANMIŞ OLACAK MI?
Alllam, Hull City isminin “Hull Tigers” olarak değiştirilmesi için İngiltere Futbol Federasyonu’na başvurduğunda ilginç bir cevap aldı. Taraftarların kampanyası ses getirmiş olmalı ki federasyon, “Hissedarlar ve taraftarlara sormalıyız” görüşünü bildirdi.
Allam küplere binmişti. Federasyon teklifini kabul etmezse kulübü satacağı tehdidini savurdu.
Federasyon, taraftarın protestosu karşısında oyunu onlardan yana kullanmıştı ve herkes Allam’ın yeni hamlesini beklemeye koyuldu.
Allam, gecikmeden “Sözümü tutuyorum, kulübü satıyorum” açıklamasını yapmıştı bile…
 Allam’ın bu kararından aylar geçti. Henüz kulübe bir talip çıkmadı. Haliyle bu kadar büyük bir gider kapısını kimseler yüklenecek cesareti bulamamıştı. Allam bu kez takımı isteyen birisine bedelsiz olarak teslim edeceğini ilan etti.
2010 yılında yaklaşık 70 milyon sterlin ödediği kulübü gerçekten bedelsiz olarak verir mi bilinmez!
İsim değişikliğini ret kararı üzerine son çare olarak CAS’ın kapısına dayanmış durumda. Eğer istediği karar çıkmazsa sözünü tutup takımı bedelsiz devredeceğini bir kez daha dile getirdi.
CAS’tan olumlu bir haber gelmesi beklenmiyor, Hull sokaklarında şimdi Allam’a karşı kazanılan zafer’in sarhoşluğu yaşanırken, bir taraftan da gelecekte Premier Lig’den düşme riskinin sancıları yaşanıyor.
Öyle ya!
Taraftar takımı bedelsiz teslim alsa bile Premier Lig’de kalacak bütçelemeyi nasıl başaracaklar?
Yılın en ilginç futbol hikâyelerinden birisi yazılıyor. Allam için 70 milyon sterlini bırakıp gitmek ne kadar kolay bilmek zor.
Sadece şunu düşünmeden edemiyoruz. Bu 70 milyon sterlin ile Türkiye’de bir kulübü satın alsa işler nasıl ilerlerdi..
İyi pazarlar...